Ana Sayfa
     İletişim
     Ziyaretşi defteri
     burçlar
     istiklal marşı
     site kuralları
     fıkralar
     sitemizin kahramanları
     kızlar haydi bu sihirli dünyaya
     erkeklerin sihirli dünyası
     merhaba!!!
     şiir
     resimler
     karakatür
     bilmece
     komik yazı
     dost siteler
     mercedes araba resimleri
     ayın şiiri
     sihirli dünya
     sihir dünya devamı
     hikaye
     hikaye devam
     şarkı sözleri
     ayın 4 şekli
     ünlü hayvanlar
     gülben ergen
     şarkılar
     sayışmalar
     bez bebeğim
     miki fare ve mini fare
     ünlü türk ressamları
     kanser ve türleri
     50 mucize bitki
     zindan
     kalemler ve fiyatları
     milat
     sagopa kajmer sevgim



hoþgeldin - hikaye


ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU
Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "Umarım değişir.." dedi şevkatle. Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı. Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "Umarım değişir.." dedi şevkatle. Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı.
Zavallı yavru o kadar mutsuzduki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi. Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu. Mola verdi. Bir yanda açlık, bir yanda korku...Ama yapabileceği hiç birşey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi.
Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu. Birden bir tüfek sesi ile irkildi. hiç zaman kaybetmeden ordan uzaklaştı. Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu. Ateşin yanında uyumasına izin verdi. Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı.
Günlerce bir göl bulabilmek için rastgele yoluna devam etti. Sonunda bir göl kıyısına ulaştı. Bu arada yanlız başına yaşamayı öğreniyordu. Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu.
İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar. Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu.Birden bire suda aksini gördü. O da ne!...
Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu farketti. Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu.
Zavallı yavru o kadar mutsuzduki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi. Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu. Mola verdi. Bir yanda açlık, bir yanda korku...Ama yapabileceği hiç birşey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi.
Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu. Birden bir tüfek sesi ile irkildi. hiç zaman kaybetmeden ordan uzaklaştı. Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu. Ateşin yanında uyumasına izin verdi. Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı.
Günlerce bir göl bulabilmek için rastgele yoluna devam etti. Sonunda bir göl kıyısına ulaştı. Bu arada yanlız başına yaşamayı öğreniyordu. Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu.
İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar. Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu.Birden bire suda aksini gördü. O da ne!...
Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu farketti. Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu.
x

pamuk prenses ve yedi cüceler
bir varmış bir yokmuş.dünyaya şirin bir kız gelmiş.kömür gibi saçları,kiraz rengi kadar dudakları,beyaz tenli,mavi gözlü kız çocuğu dünyaya gelmiş.annesi ve babası babası kızın adına pamuk prenses koymuşlar annesi kısa bir sürede ölmüş.sonra babası başka bir kadınla evlenmiş.ama bu kadın çok kızgın bir kadındı.pamuk prenses hep korkuyomuş.günlerden bir gün pamuk prensesi öldürmeye kalkmış.üvey babaannesi asistanına pamuk prensesi ormana götür öldür demiş.asistanı pamuk prensesine dayanamamış.hayvanın kalbini götürmüş ve pamuk prenses ormanın içinde kaybolmuş gitmiş gitmiş bir ev görmüş.kapıya tık tık diye vurmuş.ve içerde hiç kimse yokmuş.girmiş ve hemen yatak aramaya başlamış.ve yatak bulmuş.yatmış sonra yedi cüceler gelmiş.ve yataklarına gitmişler çünkü çok yorgunlarmış gitmişler bi bakmışlar yatakta pamuk prenses endişelenmişşşş.aaaaaaaaaaa diye bağırmış.yedi cücelerde bağırmışaaaaaaaaaaaaaaa çok korkmuşlar.pamuk prenses
-merak etmeyin ben sizi öldürmem yemek yaparım yerleri silip süpürürüm demiş.
-tamam demiş yedi cüceler...
gün doğmuş yedi cüceler iş başına gitmiş bu arada pamuk prenses yemek yapar yerleri siler süpürür sonra kapı çaldı tık tık tık pamuk prenses kimo dedi.yaşlı bir teyze çıktı ama bu üvey anneydi.zehirli bir elmayı ona yedittirdi pamuk prenses yere düştü.sonra yedi cüceler geldi ve o ölmüştü. sonra beyaz atlı prens pamuk prensesin anlından öptü ve pamuk prenses gözlerini açtı. düğün hazırlıklarına başladılar ve gün doğdu saat:12;yi vurdu düğün başladı.ve pamuk prenses le prens mutlu bir ömür yaşadılar.burdada masa bitti.

x

Atatürkün çocukluğu

Mustafa'nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün Mustafa tek başına bakla tarlasında bekçilik yapacaktı. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk günlerde kargalar Mustafa'nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi. Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdu. Aradan yarım saat geçmeden canı sıkılmaya başladı. Böyle boş oturmak O'na göre değildi. O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi. Dayısının bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi. Ne yapabilirdi? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdun, öğrenirdin, fikirlerin gelişirdi. Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu.

Aradan iki saat geçmişti. Mustafa ilerdeki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördü. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulübeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti. Mustafa söze şöyle bir giriş yaptı: “ Merhaba dede, nereye böyle? “

Yaşlı adam:

“ Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak götürüyorum. Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip büyütsün. Dünyada en önemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir. Bir bilinmezlik içinde bocalar durur. Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar. Toplumları birbirine düşman ettiler. Sonuçta bunun acısını insanlık çekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım. “

Yaşlı adam konuşurken Mustafa oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemişti. Şimdi söz hakkı Mustafa'nındı:

“ Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak? “

Mustafa' nın coşku dolu konuşması yaşlı adamı şaşırtmıştı. On yaşlarındaki bir çocuğun bu derece bilgili ve kültürlü olması, düşüncesini korkusuzca söyleyebilmesi, öğrendiklerini yeterli bulmaması, yeni bir şeyler daha öğrenmek için soru sorması akıl alır gibi değildi. Hani bu yaşlardaki kaç çocuğun aklına gelirdi vatan sevgisi?

Yaşlı adam düşüncelerinden sıyrılınca, gülümseyerek: “ Evlat, adını demedin bana, neydi adın? “ deyince Mustafa: “ Dede, benim adım Mustafa “ dedi. Bunun üzerine yaşlı adam: “ Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, türlü engellemelere karşın vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi. Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O'nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. “

Mustafa:

“ Bundan sonra Namık Kemal'in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum “ dedi. Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu:

“ Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir. Herneyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana. İyi günler dilerim. “

Mustafa:

“ Ne demek dede, hem de çok faydası oldu. Ben de sana iyi günler dilerim. Yolun açık olsun “ dedi. Mustafa yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndü ve sandalyesine oturarak konuşulanları düşünmeye başladı.

x

BUHUR DAĞI İLE KINALI CEYLAN'IN MASALI

Bir varmış, bir yokmuş... Bir vakitler, herkeslerin türlü savaşlardan sonra terkettiği bir viran şehrin yanında, bir dağ varmış... Bahar geldiğinde, eteklerine dağılmış binlerce kocayemiş, ıhlamur, amber ve mersin ağaçlarından yayılan baş döndürücü koku, tüm şehri tütsülermiş...Bu yüzden halk, Buhur Dağı ismini vermiş ona eskiden...



Dağ onca ağacına, çiçeğine, suyuna, taşına rağmen çok yalnızmış... Gün geceye durduğunda, gökyüzüne bakar, gördüğü her yıldıza bir türkü söylermiş... Efkarından pınarları ağlar, toprağı sızım sızım sızlarmış... İstermiş ki rüyaları gerçek olsun, gönlüne göre bir yareni olsun, koynunda uyuyup koynunda uyansın, dağ daha bir dağ olsun, sevda daha bir sevda olsun.



Yine öyle gecelerden bir gece, kaldırmış başını göğe, haykırıyormuş türküsünü ki; birden, bir hışırtı duymuş... Bakmış ki güzeller güzeli kınalı bir ceylan durur karşısında... Durur da öylece süzer nazlı gözlerini ona doğru...Buhur Dağı\'nın kalbine kor ateşler düşmüş, heyecanla sarsılmış gövdesi...Dile gelmiş de seslenmiş bir bakışta vurulduğu Kınalı Ceylan\'a...



\"İşte nicedir beklediğim, nicedir düşlediğim yarim geldi, umudum, ışığım, sevincim geldi, hoş geldi... Yaklaş maralım, daha da yaklaş ki yakından göreyim güzelliğini.\"



Ceylan ürkek, ceylan telaşlı, ardına bile bakmadan, seke seke gözden kaybolmuş sessizce... Sinmiş uzaktaki bir ağacın gölgesine, derdini dillendirmiş kendince:



\"Sesini duydum uzak diyarlardan, yaktığın türkülerde anlattığın bendim koca dağ, Buhur Dağı!... Sesine sevdalandım da buldum seni, yüreğine sevdalandım da sevdim seni. Ne var ki ben bir yaralı ceylan, sana ne hayrım olur ki, sana verecek neyim var ki. Geldim, gördüm, bildim seni...Fakat benim daha gidecek yolum, çekecek çilem var.\"



Rüzgarlar Kınalı Ceylan\'ın sedasını taşıdığında Buhur Dağı\'na, kara bulutlar çökmüş zirvesine... Dağ öfkeli, dağ kırgın, adeta kükrer gibi söylemiş meramını:



\"Duydum seni kınalım, duydum da duymasına, hem kendini gösterir hem de neden kaçarsın? Her gece seni söyledim ezgilerimde, seni yazdım gökyüzüne. Uçan kuşun kanadında, çağlayan nehirlerin nefesinde, tan yerinde şavkıyan seherlerde, yağmurların buğusunda aradım izini. Önce bana görün, sonra bırak git diye mi? Hemen şimdi dönesin bana geri, ya da ilelebet kanasın yaran; öyle ki kımıldayamayasın, öyle ki bir yudum su içmeye kalkamayasın çöküp kaldığın yerden!\"



Ceylanın küçücük yüreği burkulmuş acıyla... Korka korka dağın hışmından, seslenmiş ona titreyen sesiyle:



\"Nedir bu hiddetin, feryadın? Nedir bu halden sual etmez gazabın?... \'Zaman\' dedikleri bir ilaç varmış, ben daha yollara düşüp onu bulacağım, yaramı onunla sarıp bekleyeceğim iyileşmeyi... Sende kalırsam şu halimle; sana acıdan, tasadan başka bir şey veremem. Sen bir yüce dağsın, sabır taşlarıyla döşeli bayırların... Beni sen de anlamazsan, kimler anlasın?\"



Dağ küsmüş, ceylan boynu bükük; vurmuş kendini yollara... Bağrında Buhur Dağı\'nın hasreti, vuslata ömrü yetsin diye dualar ederek Yaradan\'ına, gözden kaybolup, gitmiş uzaklara...



Buhur Dağı fısıldamış ardından:



\" Bekleyeceğim seni maralım, taşım üstünde taş kalmayıncaya, toprağımda tek bir ot bitmeyinceye değin...\"



Ay güneşi, güneş ayı kovalamış durmuş, mevsimler mevsimlere, yıllar yıllara kavuşmuş... Diyar diyar gezmiş ceylan, deva bildiği mahir zaman iyileştirirken yarasını, Buhur Dağı\'nın içli sesi, gönlünün mabedinden bir an olsun silinmemiş... Kızıl kınalı başını semaya kaldırıp da sevdasının ve sevdalısının sırrına erdiği yalnız gecelerinde, her bir yıldızdan yüreğine yansıyan ışık, yarinin kendisine adadığı türkülerinin giziymiş...



(Masalcı tam da öyle bir anda, sesini verivermiş masala...)



\"Gecedir; ayrı düşmüş sevgililerin elzemi hasretleri göğsünde emziren... Gecedir; tek yürekte iki taşkın nehir gibi coşan, ikiyi bir kılan, biri ikiye bölen sevdaların beşiği... Ömür denilen ise ahu gözlü ceylanın kirpiğinde kanat çırpması kadar bir kelebeğin... Ceylan fani, dağ fani... Geldi vakti saati... Düştü ceylan sevdasının, sevdalısının yollarına...\"



Günler birbiri ardına inci gibi dizilirken, hiç durmadan koşmuş ceylan... Ayaklarında dermanı kalmamış, acıkmış, susamış... Bir an olsun durmamış, Buhur Dağı\'nın billur ırmaklarının suyuymuş susadığı, Buhur Dağı\'nın kaynağıyla besleyip büyüttüğü ağaçların yemişleriymiş acıktığı... Derman, Buhur Dağı\'nın koynundaymış.



Birbirlerini gördükleri ilk andaki kadar ışıltılı ve sakin bir gece, Kınalı Ceylan varmış yarinin eteklerine... Nice soğuk iklimlerden sıcak iklimlere değin yolunu gözlediği ceylanını, gelişinden bilmiş Buhur Dağı... Seslenmiş usulca:



\"Ey kınalım, ey güzeller güzeli ceylanım, döndün demek sonunda bana... İyileşti mi yaran? Buldun mu çareni; bir su damlası gibi akıp gittiğin, bir kum tanesi gibi savrulduğun yollarda? Senin gönlümü kasıp kavuran hasretin, ehramı oldu ağaçlarımın, çiçeklerimin; tohumlar bile çatlayamadan küle döndü toprağımda... Vardın geldin ama; şimdi benim sana verecek neyim var; susuzluğunu gidereceğin bir pınarım bile yok ki; kuruyup gitti hepsi, acıktıysan seni neyle doyurayım; sabır taşlarımda biten otlarla kanmazsın ki açlığına.\"



Ceylan bitkin; tırmanırken dağın yamacına, devrilivermiş bedeni kurumuş dalların arasına, küçücük kınalı başını vurmuş kocaman bir taşa... Son mecaliyle konuşmaya çalışırken, şu kelimeler dökülmüş dilinden:



\"Sar beni Buhur Dağı\'m... Sar beni yazgım olan; canım tenimden çıkmadan beni sana kavuşturan sevdan ile... Toprağından kanıma aksın ölüm, kanımdan toprağına aksın dirim, hasretinle yaktığın çiçeğin, ağacın, kanımla hayat bulsun yeniden. Ben sana karışayım, sende son bulup, sende doğayım... Bak şu kızıl yıldız var ya; işte o benim yıldızımdır. Ona söyleyerek şimdi en güzel türkünü, kollarında uyut beni güzel sesinle...\"



Ve canını teslim etmiş ceylan oracıkta, nazlı gözleri kapanırken düşen iki damla yaş; yuvarlanıp dağın iyi yanına, iki ayrı ırmağa dönüşürken...



Buhur Dağı, tüm acılardan da büyük bir acıyla öyle sarsılmış, öyle inlemiş ki, gökyüzü yırtılmış sesinden, şimşekler çakmış, simsiyah bir yıldırım düşmüş zirvesine; ikiye bölmüş koca dağı...



O geceden sonra mevsim ne vakit bahara dönse, Buhur Dağı\'nın ikiye ayrıldığı, Kınalı Ceylan\'ın gözyaşlarından oluşan iki ırmağın kavuştuğu yerde kızıl bir gonca gül bitermiş. Açıp da yaprağını, kokusunu yele verdiğinde yıldızlı gecelerde; kimselerin duymadığı, kimselerin bilmediği bir türkü yankılanırmış o vadinin en kuytu yerinde...

Bugün 6 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!

bu siteyi yaparken zorlanmadım:d
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol